Skip to content Skip to main navigation Skip to footer

Uluslararası İlişkiler Komisyonu

Kosova’nın Basiretsiz Devlet Kararlarını Kınıyoruz!

Değerli Camiamız;

Öncelikle bu yazdığımız yazının Kosova halkları ile bir alakası olmadığını ve Kosova halklarıyla olan gönül bağlarımızın engellenmesine ülkeler arası diplomatik sınırların çaresiz olduğunu belirtmek isteriz.

Hashim Thaçi yönetimindeki Kosova devletinin ileri düzey diplomatik ahlaktan uzakt basiretsiz kararlar verdiğini hep birlikte yaşadık ve gördük.

Kosova’nın kurulması, NATO’nun da desteğiyle ve ülkelerin hem fikir olmasıyla beraber temellerinin atılmasıyla gerçekleşmiştir. Kosova’nın ülke olarak tanınmasında en büyük desteği de hiç şüphesiz bizim devletimiz vermiştir. Kosova’nın Eurolex dışında gerek hukuk sisteminin inşaa edilmesi, gerekse yaşanılmış kötü badirelerin ve kara bulutların üstünden kalkması için de en büyük desteği yine Türkiye ve Türkiye halkları vermiştir.

Fakat Kosova yönetimi her daim, Amerikacı zihniyetinde olmuştur ve belediyelerinde dahi Amerika bayraklarını bulundurmayı kendilerine yeğlemişlerdir.

Fakat Kosova’nın unuttuğu en önemli hususu belirtelim.

Uluslararası İlişkiler disiplinine göre “Amerika” sonsuz ve yıkılmayacak güç gibi yansıtılır. Burada devlet başkanlarına öğretilen müfredatların içeriğinden kaynaklanır. Oysa ki, ABD, medeniyeti bizler kadar eski medeniyeti olmayan bir ülke olması sebebiyle son 50 yıldır verdiği Uluslararası kararlardaki hatalarından ötürü en çok “özür dileyen” ülkedir.  Fakat bu genelde yansıtılmaz ve hep konu hep öyle bırakılır.

Bu minvalde bakıldığında güçlü ülkeler nüfus ve teknoloji ile güçlü olmalarıyla mukayese edilmezler, aksine  “Medeniyeti eski olan ve olmayan ülkeler” olarak 2’ye ayrılırlar. Bugün yine ABD’nin 5000 yıllık medeniyete sahip Çin devletini yıkamamasını ve medeniyeti eski olan ülkelere diş geçirememesinin bariz nedenlerini de buna bağlayabiliriz. Amerika oluşturduğu popülist akımlar sayesinde her zaman durumu ne kadar vahim olsa da güçlü duruşunu bozmamak için herşeyi yapacaktır. Fakat bu hiçbir zaman Amerikanın “medeniyeti eski” gibi bir algısını bizler de oluşturmayacaktır.

Devamlı medeniyetten bahsediyoruz. Çünkü medeniyeti eski olan ülkeler devlet tecrübesi çok güçlü olan ülkelerdir. Dağılsalar dahi kolayca toparlanırlar. Yıkılsalar dahi, kısa bir süre sonra bir araya gelmeye başarırlar.

Kosova’ya gelirsek. Kosova devletinin basiretsiz yöneticileri aslında kendilerinin ve soydaşlarının sahip olduğu medeniyetini görmezden gelip bir kenara bırakarak, sırf AB’ye girmek uğruna komşu ülkeleriyle problemlerini halledebilmek için Amerika’nın 3. taraf ülke olmasını kabul etti ve durum bununla kalmayıp, Amerika’nın konuyu çözme taahhüdünde bulunması karşılığında da ön şart olarak İsrail’in başkentinin Kudüs olmasını kabul ettiler. Artık diplomatik acizliğin boyutunu sizlere tarif etmekte zorlanıyoruz ve kelime dahi bulamıyoruz.

Fakat yine bu basiretsiz devlet yöneticilerinin unuttuğu konulardan bir tanesi, marjinal yaşantılarını biraz bırakıp kendi ülkelerinde kendi halklarına bakmayı başarabilirlerse, kendi halklarının ortak medeniyet değerlerine köklü bağlantıları bulunan Türk halklarıyla olan beraberliğini farkedeceklerdir. Fakat Kosova’da özellikle genç akımın AB hayranlığı ve orada çalışma, evlenme sevdası ülkenin dini değerlerini yok sayacak seviyeye kadar getirmesindeki en büyük suçun yine aynı basiretsiz devlet yöneticileri ile alakalı olduklarını da unutmuşlardır.

Bugün gelinen noktada, Kosova makro iktisadi boyutta sadece ağzına çalınacak bir parmak bal ile yetinecektir. Uluslarası İlişkilerde dostluk yoktur ve çıkar ilişkileri vardır. Eğer Kosova’da olduğu bilinen 7,6 milyar $’lık altın madeni rezervlerine sahip olmasaydı, Amerika yüzlerine dahi bakmayacaktı. Yine ne var ki, sahip olduğu altın rezervlerinden de lisansı yine ABD’li bir şirkettedir.

Dün daha seçimlerinde özel desteğini Sn. Cumhurbaşkanı olarak özel miting düzenlemiş. Kosova Ahmet Yaşari Havalimanı ve Kosova nın Otoyollarını üstlelenen Türk Sanayicileri ile , her zaman soydaş-kardeş Ülke Kosova nın, sıcağı sıcağına yapılanları dikkate almaması , danışmaması , gözden kaçırması esef verici olmuştur. Diplomaside kural gününü gün etmek olmamalı. Köklü bağları ve geçmişi olan Kosova – Türkiye ilişkilerinin bu anlamsız yaklaşımından vazgeçse de izini unutmayacağımızı da belirtmek isteriz.

Sonuç olarak;

Kosova’nın AB aşkı, Müslüman ülkelerin onları arkasına almasını sağlamıştır.

Kosova’nın ABD Aşkı, hala Kosova köylerinde bulunan Rumeli Devleti bayrağı asılı camilerin varlığını unutmuştur.

Oysa ki, basiretsiz Kosova’lı devlet yöneticileri ne karar verirse versin, Kudüs her zaman Müslümanlarındır ve Müslümanların kalacaktır…

Rumelifed Adına;

Uluslararası İlişkiler Komisyonu

 

Srebrenitsa’nın 25. Yılı…

Srebrenitsa’nın üzerinden 25 yıl geçti…

25 yıllık koca bir hiç…

O gün ki barışı sağlayan tamamen formalite icabı kağıt üzerinden yapılmış olan Dayton anlaşması da sona erdi. Belirsizliğin had safhada olduğu bir dönemdeyiz. Bosna’da içeriden sular ufak ufak ısınsa da hiç kimse savaş istemiyor. Artık Sırplar da, Hırvatlar da savaşın bir çare olmayacağını, Sırbistan’ın 25 yıldır yaşadığı diplomatik kayıplarla çok iyi öğrendiler.

25 Yıla bakarak söylemeliyiz ki, bu savaşın tek kaybedeni Boşnaklar olmadı.. Sırplar önce itibarını toplamak için diplomasi üretmeye çalışsa da, yapılan küstahlıklar gün gibi ortada olduğundan ürettikleri diplomasi hiç bir işe yaramadı ve elindeki imkanlardan da mahrum kaldılar.

Şimdi ne olacak bilmiyoruz fakat ortada bir savaş olmayacaksa ki, sonuna kadar savaşı desteklemiyoruz. Artık belirli şartların da sağlanması gerekiyor.

Fakat öncelikle Boşnakların dünyada ne kadar çok sevildiğini kendi içlerinde fark etmesi gerekiyor. bizler Bosna Hersek’te ve ülkenin her yerinde Bosna Hersek bayrağının dalgalanacağı günleri de hasretle bekliyoruz.

25 yıl önce soykırımı yapan askerlerin hayatlarının komple dağıldığını biliyor muydunuz? O günden bugüne ne evlenebildiler, ne aile kurabildiler, ne de bir mülke sahip olabildiler.

25 yıl her açıdan ve her taraftan müthiş zararlar verdiği bir gerçek ve sonuç olarak zihinlerde bütün acılar taptaze duruyor.

Her ne olursa olsun, biz bu soykırımı unutmadık, unutmayacağız, unutturmayacağız!

 

 

Nereye Kadar? (Srebrenitsa Özel Yazı)

Gerçekçi olalım. 22 yıl geri gelmeyen adalet asla ve asla yerini bulmayacak.
Katledilip, kaçıp gitmeye zorlanmak tabii ki bir kaderdir.

Ama bir de kural vardır.
Beklemediğiniz topraklarda geri getireceğiniz bir adalet yoktur.

Kurban dahi vermiş olsanız, önemli bir nüfus, suç mahalinde, acı mahalinde her zaman kalmalıdır. Otorite sende olur, birileri kalır, çoğalır, vazgeçmeden kaybedileni yerine koyardı. Yeni bir hayatı yeşerttiğiniz yerdir vatan olarak karar kıldığınız mekan. Savaş sonrasında Boşnaksızlaşmıştır Srebrenitsa. Bunun iki sebebi vardır.

1-Erkek nüfusunun önemli bir kısmının katledilmiş olması ile şehir ve çevresinin nüfus piramidindeki sol kısım ağır bir darbe almıştır. Genç ve yetişkin yaş grubunda, eşleşip çocuk yapabilecek partnerleri oluşturacak bu erkek nüfus, nüfus piramidinden adeta traşlanmış, kazınmıştır.
2- Moğol taktiği işlemiştir. Katlet, korkut, kaçırt. Buna iki de Ortodoks taktiği eklenmiş, “vatanından et”, ve böylece temizlediğin toprakları “kendine vatan et!”

Srebrenitsa artık kaybedilmiş bir şehirdir. Otorite artık oradaki Sırplardadır.
Orada kalan bir avuç müslüman da yakında azalacak ve hepten gidecekler. Srebrenitsa’dan.
Gerçeği budur. Kanımıza, onurumuza dokunsa bile, gücümüze gitse bile budur!

Yok, “Adalet yerini bulacak”, yok “Her şey düzelecek”, vesair laflar çoktur.

Boş laflardır bunlar. Yüz yıl daha seni kelimelerin beşiğinde sallayan tesellilerdir, mağlup tesellileri, züğürt tesellileri..

Kendinizi avutmayın!

Gerçekçi olalım. Gerçekçi olmazsak Filistin gibi yüz yıl aynı adalet şarkısını çığırır, aynı ağıtları yakarız.
Ve yaban topraklarda doğan her bir nesil, o ağıtlara daha az ağlar.

Filan Avrupa ülkesinin milli eğitim bakanı Boşnakmış. Filan Avrupa ülkesinin filan elçisi Boşnakmış.
Dünyaya bir katliamla dağılıp, çingene gibi yayılmış olmanın övünülecek nesi vardır?

Milyonda birlik bireysel başarı hikayelerine bakarken İsviçre’de Bern’de, Cenevre’de, İsveç’te Uddevala’da, Malmö’de, Danimarka’da Kolding’de, Arhus’ta doğan her bir boşnak için ağlamalıdır Bosna.

Ahalisi geri gelmeyecek ve ıssızlaştırılmış eski Boşnak şehirlerinin bir süre daha boşa okunacak ezanlarının uzaklara kaçmış cemaatidir bunlar.

120 binden fazla Bosnalı yaşıyor İsviçre’de.
Oysa Srebrenitsa’nın son belediye seçimlerinde Boşnaklar oylamayı bir kaç yüz oyla kaçırmışlardı.

Her sene daha az insan katılacak oylamalara. Her sene daha da bir Norveçlileşecek, İsveçlileşecek oralarda doğan, büyüyen nesil.

Onların çocukları için Boşnaklık bir süre sonra Emir Kusturitsa’nın Boşnaklığı kadar kalacak.
Gerçeği şu ana dek kimse dile getirmemiş olabilir. Burada bilinsin öyleyse.

Gerçek acıdır. Reçetesi de zahmetlidir. Buna ne devletler yanaşır ne de uluslararası kurumlar.
Yapılması gereken şey zahmetli olacağı için de anıt dikmek, cami onarmak ve toplu yemekler, konferanslar düzenleyerek bir şeyler yapıyor görünmek ister çoğu yetkili. Zira yapılması gereken şey, hem zahmetli hem de masraflıdır.

Peki nedir?

Srebrenitsa “Boşnaksızlaştırılmak ve Bosna’dan Türkiye’ye uzanan hat üzerinde müslümansız bir bölge oluşturmanın bir lokal projesiydi. Bir defa burada anlaşmak gerekiyor. Sırpların hedefine burayı koyanların, haritayı iyi biliyor olması lazım. Zira o haritada evvelce de Türkiye’ye uzanan yol üzerinde Makedonya’dan, Kosova’dan ve Sancak’tan toplu göçler, Batı Trakya’da vatandaşlıktan çıkarmalar, Rodoplarda ise Pomak köylerinde vaftizler söz konusuydu.

Srebrenitsa ise bunun Bosna’da sahnelenen kısmıydı. Doğu Bosna’yı, Türkiye’ye daha yakın olan kısımdaki nüfusu traşlamak. Bu, bi hakkın yapıldı. Dağlıktır Srebrenitsa’nın çevresi. Doğal kaynaklarını da çok abartmaya gerek yok. Mesele toprak kazanmak ve kazanılan topraklar üzerinde müslüman nüfusu temizlemekten ibaretti.

Peki nedir yapılması gereken? Tekrar soralım, ve anlatalım kısaca.

Eğer Srebrenitsa’nın yaralarını sarmak istiyorsanız, o topraklarda yapılan, sahnelenen şeyi, başa saracak şeyi başarmalısınız. Yani savaştan önce 27,572 Boşnağın toplam nüfusun %75.19’unu oluşturduğu, Sırpların ise sadece 8,315 kişiyle %22.67’yi oluşturduğu demografik düzen geri getirilmeli. İşte o vakit görürsünüz hengameyi.
Şimdi kazanımları ile, vakti zamanında yaptıkları karlı katliamın semeresi üzerinde oturan Sırplar, o vakit göreceksiniz nasıl itiraz edecekler.

Şu anda Bosna Hersek’te Srebrenitsa’nın bulunduğu bölge, Sırp Cumhuriyeti denen entite işgali altındadır. Yasal olarak bu entitenin toprağıdır. Belediye de artık bir Sırp belediye başkanına aittir. Burada yapılan, yapılacak hiç bir anma etkinliğine itirazları yoktur. Burada yapılan hiç bir iftar, sünnet ve toplu yemeğe de itirazları yoktur. Çok mu dert sanki 365 günün 10-15 gün için izin vermek bir etkinliğe? Şehri geri kalan 350 günde istedikleri gibi yönetmiyorlar mı? Bu etkinliklerde hangi hukuki hakları tartışılıyor veya zora giriyor? Kim buralara yeniden Boşnakların yerleştirilmesinden bahsediyor? Hangi babayiğit, İsveç’e, Norveç’e, Almanya’ya, Hollanda’ya, Amerika ve Avustralya gibi ülkelere giden ve 23 senedir bu ülkelerde bir düzen kurmuş insanlara cazip imkanlar sunarak onları Bosna Hersek’in doğusundaki bir kasabada yaşamaya ikna edecek? İşte çılgın proje budur. Babayiğit de bu tür bir projeye el atacak kişidir. Sünnetlik pipilere el atmak ve iş yapıyor gibi görünmek el hak en kolayıdır. Ama mesele buradadır ve burada biter bu işin adaleti. Siz cümle Hollanda halkını yargılasanız bile o yargılamadan çıkacak sonuç, atı alıp üsküdarı geçen katillerin elindeki kazanıma zerre halel getirmez. İş vermek durumundasınız bir defa oradaki Boşnaklara. İş üretmek, orayı bir çekim merkezi haline getirmek zorundasınız.

Avrupa’da düzenini kurmuş olanlara da “Gelin, yakın emekliliğinizi, iki katını biz veriyoruz, gelin ve İsveç’te, Norveç’te, Amerika’da okuyan çocuklarınızı da getirin onlara da maaş veriyoruz” denmesi lazımdır. 10 bin bilemedik 20 bin kişiye maaş vermek çok zor iş değildir. O vakit görürsünüz Srebrenitsa kutlamalarına izin veren Sırp otoritelerinin yüzündeki asıklığı. O vakit dokunmuş olursunuz katilin zülf-i yarine. Ama bunlar zahmet işidir. Gideni geri getirmek para işidir, o paralar ile geri getirilen nüfusa verdiğiniz önem, o nüfusu katlederken haritada onlarsız bir Srebrenitsa düşünen ve uygulamaya koyan kozmik odaların kendi planlarına bir karşılıktır.

Ama onlar da zaten biz bu kadar zeki olamadığımız ve kaybedilen nüfusu geri getirmek istemeyeceğimiz için bu planları uygulamaya korlar rahatça ve bonkörce… Çünkü aynı bonkörlük, İslam dünyasında da farklı şekilde işler. Müslüman kanı ucuzdur. Bir iki duygulu mikrofon muhabbeti ile yaptık sanırız vazifemizi. Azerbaycan’da Batı Azerbaycan ve Karabağ gibi Ermeni işgalindeki bölgelerden kaçan milyon kadar kaçkın, ülkenin farklı şehirlerinde artık çoktan düzenlerini kurdular. Onlar bugün Karabağ meselesi çözülse bile Karabağ’a çok azı gidecek bir kitledir. Yaşlılar ve orada hatıraları, yaşanmışlıkları olanlar gidecektir sadece. Toprak orada Ermenilere kalmıştır. Çözülse dahi, Azerbaycana bırakılsa dahi Karabağ bir Ermeni bölgesi olarak organize edilecektir. Çünkü kural şudur: Tekkeyi bekleyen, çorbayı içer.

Çamerya’da da oldu aynısı. Çamerya yani Yunanistan’ın Thesprotia bölgesi. Şu Arnavutluğa yakın sınır boylarından bahsediyorum. Hani İtalya’ya giderken feribota bindiğimiz Egumenitsa şehri, tarihimizde önemli yeri olan Preveze şehri, Konitsa şehri, Aydonat, Filat ve daha nice kasaba ve köy… 1945 yılında Napoleon Zervas, Yunanistan’ın bu bölgesinde binlerce Arnavutu katletti, geri kalanları ise kaçtı Arnavutluğa. Bir kısım da kaldı ve korkuları ile din değiştirdiler.

Arnavutluk’ta bir parti vardır. PDIU. Çam Arnavutlarının partisidir. Sözde geri dönüş ve soykırıma uğratıldıkları gerçeğini yaymak ve adalet aramak için kurmuşlardır bu partiyi. Ancak partinin lideri Shpetim İdrizi ve ekibi bile Arnavutların Yunanistan’a geri dönmesinden değil daha çok tazminata odaklanmış bir politika izlemektedirler. Geri dönüştür milletin toprağı hak etmesi ve oyunları boşa çıkarması. İşte o vakit kimyası bozulur döneceğiniz ülkedeki insanların.

Sizin olmayan bir toprağı bile sizinmiş gibi bilip sahiplendiğinizde o geri dönüşü sonuna kadar hak etmiş de olursunuz aynı zamanda..
Filistin’de olduğu gibi, İsrail’in idealistler kontrolündeki insan emeği, kitlesel göçü ve insan emeği ile bir anda ortaya çıkıp devlet olarak kurulduğu gibi. Orası için yaparsınız tüm planları, orası için organize olursunuz. Paralar, kazançlar, tüm emekler bunun için akıtılır, harcanır. Kimi zaman 50 yıl ister kimi zaman ise yüzlerce yıl. Yeter ki sistemli bir yapı kurun ve çalışın.

Gençlik örgütleriniz, iş adamı örgütleriniz, bilimsel dernek ve vakıflarınız, sivil toplum kuruluşlarınız için sadece “Dönüş” vardır masada başka bir seçenek değil. İşte bunun için dernek olunur, bunun için birleşilir, bunun için toplaşılır.
Toplaşıp ağlaşmak için değil!
Protokolde görüntü vermek için de değil! 11 temmuz bittiğinde 12 temmuzda sabah kahvesinin konusu başka bir şey ise, o günün ajandası bir başka şey ise katılma bu 11 temmuza sen. Ölülerin sana ihtiyacı yok! İnsanların tepkisini, meselenin gazını almak içinse de katılmayın!
Nüfus, ana vatanına bir sonraki nesli yaban topraklarda doğmadan geri getirildi ise getirilir. Aksi halde gittiği ülkede kuracağı düzende o ülkenin bir ferdi haline gelir. Dışarıda yaşayan insanlarının çokluğuyla övünürken, bıraktığın Srebrenitsa’da kilise çanlarına teslimdir vatan bildiğin toprakların ufukları ve gökyüzü.

Velhasılı, her sene Srebrenica anmalarına katılan binlerce insan, akşam olduğunda orayı terkeder. Ertesi gün orada kalan bir avuç Boşnak, yine Sırpların arasında kurt kapanına düşmüş gibi; cenderenin ortasında bulurlar kendilerini!
11 Temmuz 1995 günü dünyadan 8372 insan eksildi. Bir gün içerisinde…

Bu 8372 kişinin günümüzde artık yaşamadığı, sokaklarını, kahvelerini dolduramadığı, çarşısında pazarında gezinemediği ve en önemlisi, “oy kullanamadığı” Srebrenitsa şehri, son belediye seçimlerinde Sırp çoğunluğun eline geçti.

Ve bu kahrolası şeyin adı, demokrasi oluyor.
Çünkü, ölüler oy kullanamıyorlar.
Beklemediğin Toprakta Adaleti Neyle Getireceksin?
Ağlayarak nereye kadar “Never Again” diyeceksin?
“Never” her zaman “ever” olacak. Yetmeyecek “over and over” olacak.

Ta ki sen tükenene dek…
Katilin aklını okuduğunda onun kadar zekisindir.
Onun senin aklını okumasına imkan vermeyecek işler yaptığında ise ondan daha zeki.
Ne var ki katillerinin bile aklını okuyacak durumda değildir Rumeli camiası.
Ondan zeki olabilmek bir yana dursun…
Srebrenitsa soykırımı ve diğer tüm soykırımların neden yapıldığını bilmek, buna karşı mücadele vermek için mikrofondan fazlası lazım. Savaşta kanlarını dökenlere acizler güçsüzler, kadınlar, yaşlılar gözyaşlarını dökmekle yetinirler.
Allah’ın eşref-i mahlukat olarak yarattığı bizler ise eğer yetişkin birer bireysek gözyaşlarımızdan fazlasını akıtmanın hesaplarını yapmalıyız. Paradır, yatırımdır iştir. Bunlar konuşulmalıdır. Diasporanın dönüşünün sağlanması konuşulmalıdır.
Erkek adamlara, koca koca insanlara kocakarılar gibi ağlamak ve sızlanmak yakışmıyor.
Evvela vazifeye! Ağlayacaksan, evinde ağla.
Srebrenitsa’ya adaleti dünya ve BM getiremiyorsa, Lahey getiremiyorsa,
Sen getireceksin. O vakit göreceksin muktedirlerin yüzlerinin nasıl düştüğünü.
Yeter ki o para sevgisini, o tul-i emeli bir yana bırak. Sal kendini şu tembellikten.
O vakit milletçe mehteri de hak edersin, şan ve şerefi de, senden alınanı da.
Yoksa 365 gün ağlamakta serbestsin.
Vatan namustur. Karını kaçırsalar, sadece oturup ağlamazsın.
Ama Srebrenitsa’da sürekli yapılan anma törenlerinin ardından hiç bir şey yapılmaması ve yukarıda altını çizdiğimiz meseleleri kimsenin düşünmeyişi veya el atmayışı ve mikrofonu alanların acıdan, soykırımdan dem vurması, resmi ağlaşmalardır. Nereye kadar ağlayacağız peki? Ağlayınca geri mi geliyor kaybedilen?
İşgal altındaki vatan demek, eşkıyanın kaçırdığı nikahlı eşin gibi mahrem ve namusuna dokunması gereken bir mefhumdur.
2 milyonluk bir milletin gücü yoksa, 80 milyonluk ülkenin vardır.
O ülke biziz ve bizlere bir görev düşüyor.
Vakıflarımıza, derneklerimize, federasyonlarımıza ve bunlara çeki düzen vermesi gereken üst yapıya, yüce devletimize ve saygıdeğer idarecilerimize.
Allah, devletimize zeval vermesin. Dileriz bu çağrıya bir kulak verilsin.
Zira Allah’tan ve devletimizden başka bir mecra yoktur bunları anlatacak.

Şüphe yok ki Allah yolunda çarpışan, öldüren ve öldürülen mü’minlerden Allah, karşılığında Cennet vaad ederek mallarını ve canlarını satın almıştır. Allah’ın; Tevrat’ta, İncil’de ve Kur’an’da gerçekleştirmeyi üstlendiği bir vaattir bu. Ahdine, Allah’tan daha vefalı kim var? Perçinlediğiniz bu antlaşmanızdan ötürü müjdeler olsun size. İşte budur o büyük başarının ta kendisi. Tevbe suresi 111.ayet-i kerime.

Öyleyse ne mutlu adaletin safında olanlara! Ne mutlu Rumeli kökenli olması ile övünmek yerine canlarından, mallarından tasadduk edenlere. Ne mutlu böyle bir milletin parçası olma hayali için çalışanlara. Ne mutlu Rumeli Türklüğüne çeki düzen vermek isteyenlere, ne mutlu Balkanlardaki cümle kardeş milletlerin ve Müslümanların kaderini değiştirmek isteyenlere!

Saygılarımla.

 

 

Dr. Öğr. Üys. Yüksel HOŞ
Trakya Üniversitesi Balkan Araştırma Enstitüsü.

Rumelifed’ten Filistin Büyükelçiliğine Destek Yazısı

İlgili Yazının Diğer Okunabilir Metni Aşağıdaki Gibidir.

 

Başkenti Kudüs Olan Filistin’in, Türkiye Büyükelçisi

Sayın Dr. Faed Mustafa;

Öncelikle sizleri sevgiyle selamlıyoruz.

Bizler, uzun yıllar önce, Balkan ülkelerinden göç ederek, Bursa’ya gelen ve yıllar önce şu anda sizin sahip olduğunuz durumların benzerlerini yaşamış bir topluğun evlatlarıyız. Ayrıca yine bu topluluk içerisinden Rumeli ve Balkan göçmenleri tarafından oluşturulan 16 Sivil Toplum Kuruluşunun bir araya gelerek oluşturduğu bir federasyonuz.

Son zamanlarda şahit olduğumuz konular, biz Müslümanların aşırı hassasiyetindedir. Ayrıca biz Rumeli göçmenleri olarak, bütün süreçleri yakından takip ediyoruz ve İsrail Devletinin fütursuzca olan bu hukuk dışı davranışlarının tamamını kınıyoruz.

Filistin halkıyla olan dostluk ve muhabbetimiz, yüzyıllardır köklerine salmış ve derinliklere inmiş seviyededir. Osmanlı Devleti zamanlarından kalan dostluk ve ilişkiler bugünde olduğu gibi devam etmektedir. Size bu yazıyı yazmak istememizin nedeni, ülkeler arası diplomatik sınırların aslında gönüller arasında hiçbir zaman sınır olmayacağını bilmeniz ve Filistin’de yaşayan kardeşlerimizin her zaman yanında olduğumuzu belirtmemiz içindir.

Uluslararası hukuk ve ülkeler ne kadar taraflı olursa olsunlar, Kudüs gibi ilahi bir şehir sadece Filistin’in değil, bizim gönüllerimizin de başkenti olacaktır.

Sevgililerimizle;

Tüm Rumeli Dernekleri Federasyonu

Balkan Şehitlerini Anma Günü

105. yılında bu toprakları Vatan Toprakları yapan Balkan Şehitlerini Rahmetle, Sevgiyle ve Dua ile Anıyoruz.

Ülkemiz sınırlarını korumak adına, canlarını ortaya koyan Balkan Savaşlarında savaşmış askerler başta olmak üzere hepsini hatırlıyoruz ve unutmayacağız. Bizlere göre Osmanlı Devleti hasta bir adam değildi, her yanından ihanet fışkıran ve devletin yok olması için çalışan karakterlerini kaybetmiş yönetici ve rütbeli askerlerin bir devletin bulunduğu bir yapılanma olmasından ötürü son bulmuştur.

Burada en çok üzülen şüphesiz o dönemden savaşan askerlerimizin aileleri olmuştur. Allah mekanlarını cennet etsin, ruhları şâd olsun.

|Uluslararası İlişkiler Komisyonu Paylaşımıdır|

Kudüs Hakkında Açıklama

Biz Müslümanların mahremiyeti, 2. mescidi olan Kudüs hakkında A.B.D. Başkanı Donald Trump’ın yaptığı açıklama, her müslüman gibi bizlerinde dikkatinden kaçmamış ve A.B.D.’nin verdiği kararı oldukça vahim olarak değerlendirmemize neden olmuştur.

Uluslararası Politika, devletler arasında bir iletişim disiplinin metodudur. A.B.D.’nin hem ülkemiz Güneydoğusunun arkasında yaptığı faaliyetler hem de yaptığı konjüktürel açıklamalar A.B.D.’nin ne kadar vasat seviyede bir uluslararası politika yürüttüğünün en büyük göstergesi niteliğindedir. Bununla birlikte, Donald Trump tarafından yapılan açıklama “İsrail’in bazı devlet birimlerinin Kudüste olduğunun gerekçesine dayanarak, Kudüs’ün başkent olarak ilan edilmesi artık gerekmektedir” demesi de yine aynı vasat uluslararası politikaların devamı niteliğinin de olduğunu göstermektedir.

Filistin haritası ve İsrail haritası BM kararları ile belirlenmiştir. Kudüs hakkında ki son 50 yıldır yapılan baskılar, toprak sınırlarına yapılan tacizler ve bunların da düzgün bir şekilde cezalandırılmaması, aslında Uluslararası Hukukun işleyişinin de, ne kadar taraflı olduğunun da bir göstergesi niteliğinde durmaktadır.

İnsanlar arasında olduğu gibi, ülkeler arasında huzurun sağlanması ülkeler arası hukuka ve adalete bağlıdır. A.B.D.’nin kendi iç hesaplaşmalarından ve siyasi rant sevdasından kaynaklanan yahudi sempatizanlığı konuyu nereye götüreceğine dair bir empati yapamama algısına sürüklemiştir. Bununla birlikte, A.B.D.’nin ekonomik anlamda dünya’nın en borçlu ülkesi olmasından ötürü (19 trilyon dolar) güçlü olmamakla beraber, teknolojisinin güçlü olması ve zenginleri daha zengin yapan, fakirleri daha da yoksullaştıran iç mekanizması A.B.D.’de yaşayan insanları da gün geçtikçe kaygılandırmaktadır.

Donald Trump’a göre seçim mitinglerinde yaptıkları konuşmalardan yola çıkarak, borçlarını ödeyebilmenin en güzel yolunun ise Arap ülkelerinin birbirine düşürmekten geçtiğini de dile getirmiştir.

Bu nazarda, biz Müslümanların daha dikkatli ve uyanık olması gerekir. Oysa ki “koskoca” diye itibar ettiğimiz A.B.D.’nin dahi Müslüman ülkelerine gebe kaldığını hiçbir zaman aklımızdan çıkarmamak gerekir.

Bizim yazacağımız yazının, gerek dil, gerekse teknolojik altyapılardan ötürü Beyaz Saray’a giremeyeceğinin farkındayız. Fakat bugün içerisinde Cumhurbaşkanlığımız ve Dış İşleri Bakanlığımız tarafından yapılan “A.B.D.’nin kararı YOK hükmündedir” açıklamasını camiamız olarak biz de sonuna kadar arkasındayız.

Bu nedenle bizler de diyoruz ki, “Kudüs; BM kararı gereği ve bizim vicdanlarımızın ortak değerinin gereği, Filistin’indir ve Filistin’in kalacaktır.”

Saygılarımızla;

Uluslararası İlişkiler Komisyonu

 

 

Makale: Ratko Mladić Suçlu.. Ya Sırbistan?

Merhabalar;

Bu sefer, siz değerli Rumeli göçmenlerine bir makale ile seslenmek istedik ve biraz incelemelerde bulunduk.

Gazeteler Şöyle Başlık Atıyor!

Srebrenitsa’da sekiz bini aşkın Boşnak için katliam emrini veren ve Saraybosna kuşatmasında da başrol oynayan Sırp komutan Mladiç, ‘soykırım’dan müeebbet hapis cezasına çarptırıldı.Uluslararası mahkeme, Mladiç’in insanlığa karşı suç işlediğine hükmetti. (Milliyet Gaztetesi)

Şüphe yok ki, bu aslında istenildiği gibi bir haber.. Ama sanki biraz eksik..

Aslına bakarsak, konuyu bir ülke bazında değerlendirmemiz gerekir. Görüntüde Sırbistan Ratko Mladic’i teslim ettiği için oldukça masum ve temiz gibi gözükmeye çalışıyor. Bununla birlikte, Sırbistan Cumhurbaşkanı, Boşnaklara karşı kendisini göstererek, “yapılanlardan ötürü ayaklarınıza kapanıyorum, çok üzgünüz” cümlesini dahi kurmuştu, fakat yine de mahkeme sonuca ulaşmadığı için, yıllarca süren bir bekleme Balkanlarda gerçekleşti.

Bosna Hersek, Boşnaklar-Hırvatlar-Sırpların bir arkada ve kendi devletlerini ülke içinde kurduğu bir yapılanmaya sahiptir. Dünya’da eşi benzeri olmayan ve sadece Bosna Hersek’te bulunan bu yönetimi biçiminde, Bosna Hersek’in bugün ki yöneticilerinde de kazan kaynatabilir.

Ama bundan sonra ne olacak? Aslında bizim merak ettiğimiz konu tam olarak budur… Ratko Mladic’in suçlu bir birey olduğu yıllar sonra Lahey mahkemesinde onaylanmış olsa da, vicdanlarımızda karardan önce de suçluydu. Bosna Hersek, Kosova ile de araları açık olan Sırbistan’ın bundan sonraki tutumu oldukça merak uyandırıcı durumdadır.

Yakın zaman içerisinde Sırbistan, NATO’ya küçük bir rest çekerek, NATO’ya girmeyeceğini ve bu doğrultu da Rusya ile işbirliğine devam edeceğini açıklamıştı. Aslına bakarsak, eğer iyi bir diplomasi kurulamaz ise belki de yıllar sonra Avrupa ile Rusya’yı karşı karşıya getirecek bir durum da oluşabilir.

Tabi bu bizim tahminlerimiz… Konuyu bir de akademik perspektifte değerlendirelim istedik ve Balkan Araştırma Enstitüsünde fikirlerini alarak sizinle paylaşmak istedik.

 

Lahey Srebrenitsa’da Soykırım var dedi.
Ama sevinmeyelim. Evvela ufak bir analizde bulunalım.

1- Bildiğiniz üzere 14 Kasım tarihinde Sırbistan Dışişleri Bakanı İvitsa Daçiç, Sırbistan’ın AB tarafından Rusya’ya uyguladığı yaptırımlara katılmayı ve NATO üyesi olmayı planlamadığını belirtmişti.

2-Anlaşılan Sırbistan’ı Nato’ya çekmek için bir parça korkutacaklar. Bu bir sıkıştırma ve kazanım elde etme savaşına daha çok benziyor. Yoksa kimsenin ilahi adaleti tesis etme derdi söz konusu değil. Hele ki 22 yıl sonra. Sırbistan’a veriliyor aslında tüm mesajlar. Yani ölümü gösterip sıtmaya razı etmektir bu bir nevi.

3- Bu karar sonucunda bir şey çıkmayacak. Sırbistan, Nato ile arasındaki buzları eritip Rusya’ya sırtını döndüğü vakit bu kararın bir ek karar ile nasıl tersine çevrileceğini göreceğiniz gibi, Sırbistan’ın ayak diretmesi halinde durum elbette farklı gelişecektir.

4- Sırbistan’ın herhangi bir AB ambargosunu kaldıracak ekonomik dayanıklılığı bulunmuyor. Ne döviz rezervi ne de sanayi ürünleri ne de mevcut likidite ülkeyi uzun vadeli bir krizde tutacak tutarlı parametreler sunmadığı gibi hali hazırdaki işleyen ekonomi de sadece bir tüketim ekonomisidir ve günü kurtarmaya yönelik elemanlara sahiptir.

5-Rusya’nın, kendinden uzakta bulunan ve Nato üyesi ülkelerin tam ortasında yer alan bir Sırbistan’a yardım etmesi ve şefkat elini uzatması, hele ki Ukrayna’da kopan iplerden sonra çok da kolay değil. NATO, bir saha daha kaybetmek gibi bir riski asla alamaz. Rusya da böyle zor bir lokmaya direkt giremez ve direkt destekte bulunamaz. Bulunduğu taktirde de 3-4 sene önceki Petrol fiyatları düşüşünün benzeri Rusya’ya yaşatılır ve kırılgan Rus ekonomisi bir darbe daha alabilir.

6-Türkiye’nin ciddi şekilde küstürüldüğü bir ortamda Türkiye Sırbistan ilişkilerinin ve Türk-Rus ilişkilerinin yükselici seyrinin de etkisi NATO ve onların güdümündeki kurumları (Lahey adalet divanı gibi) bir parça daha agresifleştirmekte. Bu şekilde esasen verilen mesaj Sırbistan’a olsa da mesajın gerçek adresi Rusya’ya yöneliktir.

7-NATO’nun bir müttefik olarak Türkiye’ye karşı samimiyet sınavından geçtiğini söylememiz de söz konusu değildir. Hem en gereken zamanda Suriye sınırından Patriot bataryalarının geri çekilmesi ve hem de düşürülen Rus uçağının ardından ard arda yapılan açıklamalarla Türkiye’ye sahip çıkılmayacağının çıtlatılması Türkiye’yi küstürdüğü gibi NATO’yu da en azından güven bazında zayıflatmıştır. Ayrıca son NATO tatbikatında Mustafa Kemal Atatürk ve Recep Tayyip Erdoğan’a karşı yapılan çirkin hareketin de Türk kamuoyunda yarattığı tesir ortada iken NATO’nun gizli ajandaları ve deyimi yerinde ise “döverek hizaya getirme” yöntemi Büyük ve köklü ülkeler için kabul edilebilir şeyler değildir. Türkiye’ye verilen mesaj da bellidir. Yayıl ama yaylımından çıkma! Şüphesiz NATO artık daha zayıf bir örgüttür. Gürcistan’da ve Nato’ya yakın durma eğilimini pahalı şekilde ödeyen Ukrayna’da ve hava sahası adeta kevgire dönen Baltık ülkelerinde bu daha çok hissedilmektedir.

Bu güç kaybı hissedildikçe NATO üyesi ülkeler bu güven sıkıntısının ve artan Rus tehdidinin etkisi ile bir parça daha şahinleşmiş görünmekteler. Yakın zamanda konuşulan AB ortak ordusu fikri ve savunma bütçelerinin artırılması da bunun bir yansıması.

Sonuç:

Ne olursa olsun Bosna Hersek’e tazminat ödenmesi, toprak tazminatı, vb. gibi Soykırım suçuna karşı ödettirilecek mekanizmalar asla devreye sokulmayacak gibi durmaktadır. Çünkü bu NATO için Sırpları ebediyyen kaybetmek demektir. Diğer yandan Rusya da, balkanlarda Bulgaristan’dan sonra elinde kalan tek aktörü olan Sırbistan’dan vazgeçmek istemeyecek.

Hali hazırda Sırbistan’da halkın 30 yaş altı bireylerinin çoğu AB’den yanadır. 30-40 yaş arası insanların kafası biraz karışık ve yugonostaljik kesimi oluşturmaktadır ve 40 yaş üstü kimselerin ise doğal olarak Rusya’ya sempati ve yakınlıkları söz konusudur.

Sırbistan NATO’ya yaklaşırsa Soykırım yok!
Uzaklaşırsa Var!

Bu karar da NATO sürecinde bir demokles kılıcı yaptırımı olarak kalacak caydırıcılıklar listesine eklenmiş oldu.

Saygılarımla.

Yrd. Doç. Dr. Yüksel Hoş
Balkan Araştırma Enstitüsü
Edirne – 22/11/2017

Özel Not: Yrd. Doç Dr. Yüksel Hoş aynı zaman da Bosna Hersek’in bağımsızlık sürecinden itibaren, devamlı giderek yerinde çalışmalar yürüten bir akademisyendir.

Konuya bu doğrultu da baktığımızda zaman içerisinde birçok şeyin değişeceği görünüyor. Bizler Rumelifed olarak olarak, Boşnak kardeşlerimizin çıkarlarının korunması için her zaman yanlarında olmaya ve atacağımız adamları her zaman akademik perspektiflerde incelemeye devam edeceğiz.

Saygılarımızla;

Uluslararası İlişkiler Komisyonu

İletişim: [email protected]

 

Balkan Ülkelerine Seyahat Edecek Olan Kişilere Yönelik Duyuru

Son zamanlarda Balkan ülkelerine yapılan giriş çıkışlarda, polis kontrol noktalarında yaşanılan sıkıntılar tarafımıza ulaşmış olmakla beraber, konu hakkında bir bilgilendirme yapılmak istenmiştir.

Sizlerinde bildiği gibi, Balkan ülkelerin bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için “vizesiz ülkeler” sınıfında olmakla beraber, aynı zamanda AB entegrasyon sürecinde olan ülkelerdir ve kendi içerisinde kanun tasarılarını, çalışma sistemlerini AB politikalarına göre zaman içerisinde düzenlemekte ve uygulamaktadırlar.

Belirli olan politikaların bir kısmı dahilinde, ülkeye giriş esnasında istenen belgelere sahip olabilmek ve ibraz edilmesi talep edilebilmektedir. 

Aslında bu konu yeni olmamakla beraber, 22 Mayıs 2017 tarihinde Tiran Büyükelçiliği tarafından da bir bildirim de yayınlandığı gibi, diğer büyükelçilikler de konu hakkında çeşitli zamanlar içerisinde uyarılarda bulunmuştur.

Hava hudut kapılarında ve Kara hudut kapılarında, görevli polislerin uluslararası teamüller gereğince, bir sonraki sefer dahilinde yolcuyu geriye gönderme hakları da bulunmaktadır. Böyle bir zorluk ve mağduriyet içerisinde kalmamak için, aşağıdaki belgeleri yanınızda bulundurmaya, eğer yanınızda yoksa, görüntülerini telefon gibi cihazlarınızda kayıtlı bulundurmaya lütfen özen gösteriniz.

– Otel rezervasyonunun ve gidiş-dönüş biletinin ibraz edilmesi,

– Yanınızda bir miktar döviz bulundurulması

– Davetiye gibi seyahat amacını belirtici bilgilere sahip olmaya özen göstererek, seyahat amacının açık bir şekilde görevlilere izah edilmesi. Seyahat amacını destekleyici belgelerin gösterilmesi.

– Pasaportun geçerlilik süresinin (en az 6 aylık) önceden kontrol edilmesi gerekmektedir.

Bu sorunlar sürekli ve devamlı yaşanmamakla beraber, ileride kontrollerin AB Uyum Politikaları gereğince, daha sıkılaşacağını tahmin etmekteyiz. Hava ve Kara hudut kapılarında herhangi bir problem yaşadığınızda, muhatabınız doğrudan gittiğiniz ülkenin Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçiliği olduğunu hatırlatırız. Yine benzer uluslararası teamüller gereğince, gittiğiniz ülkenin hudut kapısında görevli polisler sizin büyükelçiliğinizle iletişim kurmanızda destek olması gerekmektedir.

Son olarak, yasal bir şart ve gereksinim olmasa dahi, sağlığınızın güvencesini almayı lütfen unutmayınız. 1 haftalık sağlık sigortası ücreti yaklaşık 8 € gibi bir rakam olmakla beraber, olası karşılaşacağınız bir hastalık, kaza gibi bir durumda sizleri büyük ücretler ödemekten kurtarabilir.

Konuyu Bilgilerinize Sunarız.

Saygılarımızla;

|Uluslararası İlişkiler Komisyonu Paylaşımıdır|

Srebrenitsa Katliamı

Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen, Srebrenitsa hala unutulmadı, Unutmayacağız.
.
Tarihler 11 Temmuz 1995’i gösteriyordu. Boşnaklar ve Sırplar arasındaki savaşta Sıpların komutanı General Ratko Mladiç tek taraflı hüküm sürmenin peşine düşmüştü. Boşnaklar ise ellerinde ki imkanlarla uluslararası haklarını koruma adına girişimlerde bulundu ve bu konuda Birleşmiş Milletler devreye girerek, Hollanda’dan bir askeri timi Boşnakları koruması için Srebrenitsa’ya göndermişti.

Tarih o kadar acımasız ki, herşeyi bize gösterdi. Hollandalı komutan Ton Karremans Potocari, sanki Boşnakları korumak için değil Sırpların kadim dostuymuş gibi görüntülere yer verdi. Hatta Boşnakları korumak için görevlendirilen Komutan Karremans, sanki Sırpların bir subayı gibi talimat alır hale gelmişti. Keza yıllar sonra dahi kadeh kaldırılarak verilen görüntüler bunu kanıtlar nitelikteydi.

Arkasından Komutan Karremans, Boşnaklara açıklama yaptı ve dediki “Silahlarınızı bırakın, canlarınız güvendedir.” Boşnaklar Birleşmiş Milletler adına bu çağrının yapıldığını bildiği için, denileni yaptı. Fakat bir kısım Boşnaklar , Sırp askerlerin arkalarından vuracağına adı kadar iyi bildiği içinde bu çağrıyı önemsemek istemese de uymak zorunda kaldı.

Peki Sonra mı Ne Oldu? 11 Temmuz 1995’te gözü kanla bulanmış olan Ratko Mladiç “Türklere karşı olan isyanımıza karşı bugün Boşnak Müslümanları öldürme vaktidir” diyerek önce Müslüman isimlerinin olduğu sokak tabelaları indirildi, sonra Sırp askerleri tarafından yapılan “herkes dışarı çıksın” çağrısına yaptı. Bir kısım Boşnak ise, dağlara çıktı. Sırp Komutan Ratko Mladiç ise bunu bir anlaşmanın bozulması gibi gördüğünden, tam 8372 kişi katledilmesiyle lanet bir savaş son bulmuş oldu.

Büyük adamlar, Uluslararası Hukuk ve Diploması açısından bu katliamda kendilerini ne kadar temiz çıkarmaya çalışsalar da bizim vicdanlarımız hiçbir zaman 4 yaşında bir çocuğun annesine söylediği şu cümleleri unutturmayacaktır.

“Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi anne?”

Gerçek adaletin en kısa sürede gerçekleşmesi dileğiyle;

|Uluslararası İlişkiler Komisyonu Paylaşımıdır|

Eski Balkan Fotoğrafları

Yıllar önce Balkanlar’da çekilmiş bir fotoğraf… Minaresi olmadığı için, ahşap bir düzenekle yapılan minareden ezan sesleri yükseliyordu..

Sizler için, tozlu arşivleri karıştırıyoruz ve yakın bir zamanda arşivimizi www.rumelifed.org.tr adresinde sizler için yayınlıyoruz.

Eğer sizlerinde Balkanlara dair bir yerlerde saklı fotoğraf arşivleriniz var ise, [email protected] adresine gönderebilirsiniz. Fotoğraflarla beraber isminizi de yayınlamaktan mutluluk duyarız.

| Rumelifed – Uluslararası İlişkiler Komisyonu |